04 Aralık 2005

tek ta$


taş dediğin "yaşa,başa,taşa oturma" desturunda bahsi geçen taştır benim bildiğim. ya da ne bileyim, okey takımı içinde rakibin kafasına vurmaya hazır 106 parçadan biridir. Veya fizik kurallarını altüst eden hatun bünyelerine verilen sıfattır yahu taş. ha bir de yeşilçam'ın unutulmazlarından erol taş' ın soyismidir, bir çok vatandaşımızın soyisminde rastlanabileceği üzere. bu vatandaşlarımızdan biri de atilla taş'tır misal. vergi verir, türkü çığırır,dans eder filan.

takı tasarmcıları ve kuyumcular nasıl edelim de yüzük gibi şahane bir simgeyi madden değerli, ruhen (ruhen ne lan??) beş para etmez bir hale getirelim diye düşünüp, kelimenin başına taş eklemekte karar kılmışlar olsa gerek. tamam, yüzükte bir taş olabilir ama o dediğinden yol kenarında,sağda solda milyar tane var, öyle değil mi ama? zaten bu böyle abartılacak bir şey olsa yüzüklerin efendisinin yüzüğünde de olurdu. ha diyeceksin ki onunki alyans. ben de derim ki, öyle olsa yüzüklerin efendisi yerine alyansların efendisi derdik, ama biz ne diyoruz:yüzüklerin efendisi. alyans kardeşliğinden bahsediyor muyuz hiç? hayır.
bunun bir de üç taş olanı varmış, fakat iki taşı duymadım.belki de vardır, bilemiyorum. içinde, kıyısında, köşesindeki taş sayısı arttıkça değeri de artan başka ne var diye düşünüyorum bulamıyorum. taşlı yollar, taşlı tarlalar, arsalar makbul değildir benim bildiğim. elmas madeni ile taş ocağı aynı kefeye konur mu bre, bu ne vurdumduymazlık, bu ne türk dil kurmuna inat türkçe !! bi alo deseydiniz bir isim bulurduk üzerinde pırlanta olan yüzük hadisesine. misal; hemen ilk aklıma geleni paylaşayım sizinle. buyrun : birazdan evlenme teklifi edecek delikanlı aparatı, misal; beni affeder misin, sevişir miyi eskisi gibi halkası. bence cuk oturur!
buradan gözünü para bürümüş kuyumculara ve takı tasarımcılarına sesleniyorum sizlerin aracılığıyla: kelime dağarcığımla oynaşmayın. unutmayınız; seven kalpler hassas olur. "tek taş yüzük" kavramını çıkarın lügatımızdan. allahıma taş olursunuz taş !!

rumuz:üçta$hasho$af
Not: (çok pahalıymış lan!!)

11 Haziran 2005

Seyir Hali


"Los Endülüs istikametinden, Fatsa istikametine devam etmekte olan öz fatsa express'in sayın yolcuları. mola süreniz dolmuştur. yerlerinizi almanız önemle rica olunur" anonsuna uyandığımda ağzımdan akan sızıntı çoktan çenemin alt bölgelerine ulaşmıştı. cama doğru kaykıldığım yerimden hızlıca doğrulup, apar topar sildim sızıntıyı. gözlerimi ovuşturup camdan dışarıya bakarken bir yandan da hayıflanıyordum feribotla okyanusu geçerken uyuyakalıp aşağıya inemediğime.

Yeni yeni kendime gelip, gördüğüm rüyanın etkisinden kurtuluyordum. Olacak iş değildi zaten. bir yerlerim açıkta kalmış diyeceğim ama her yerim zaten açıktaydı. olsa olsa yukarından serin hava üfleyen yuvarlak delik bir yerlerime isabet ettirmişti havasını. los angles nere, fatsa nere? Afyon' da durduğumuz bu dinlenme tesisi nere..?

Aşağıda bir görevli tez hareketlerle otobübüsün camlarını yıkıyor, yanıbaşımızdaki otobüsün yolcuları yerlerini alıyor, bizim otobüse binmeye hazırlanan yolculardan bir kısmı ciğerlerinin çekiş kuvvetini tam yol ileri almış, sigaralarını sebil etmemek icin iyicene körükleyip merdivenin ilk basamağına basarken izmariti ıslak zemine bırakıyorlardı. " yolu da uykuyu da yarıladın ha" deyip, eheh, zeheh şeklinde gülerek yanıma oturdu bey amca. ben de gözlerimi kısıp hafifçe gülümseyerek karşılık verdikten sonra dışarıyı izlemeye devam edeyim istedim. hay istemez olaydım. yanımızdaki otobüs yavaşçana hareket ederken o bildik, o mide bulandırıcı, o kafa karıştırıcı hadise cereyan etti. ben bir bizim otobüsün geri geriye hareket ettiğini sanıyor, bir yandaki otobüsün ileri ileri gittiğini sanıyordum. Sanki bu sırrı keşfedemeyeceğim de bu sır yandaki kaptanla birlikte son durağa kadar gidecekmiş gibime geliyor, iyiden iyiye midem bulanıyordu. Zaten bir gazete, mecmua, kitap okumak midemi bulandırırdı, bir de bu içler dışlar çarpımı gibi hadise. Neyse ki gerçek kısa sürede gün yüzüne çıktı, karanlıklar aydınlandı ve "sağ selbeest" nidaları eşliğinde karayoluna giriverdik... Kaptan, muavinin telefonunu bipletip yanına çağırırken ben ise iç bölgelere eylediğim bu yolculuğu diğerlerinden ayıran "kalbim egede kaldı" hissi ile birlikte yeni rüyalara ve ağzımdan çeneme doğru akacak sızıntılara yelken açtım... ücretsiz yolcu servisimiz ile kollarını açmış beni bekleyen yeni hayata yaklaşırken kalbim egede, firmanın ikramı üzümlü kek de servis sehpası altındaki filede kalmıştı... haziran2005 deLLy

09 Haziran 2005

deli gömleği - okul


i. okullardaki bazı sınıf listelerinde, son sıra(lar)da yer alan numarası diğerlerininkinden abartılı yüksek öğrenciler vardır. Muhtemelen kayıtlar bittikten sonra gelir kaydolurlar veya ara sınıflarda kadroya dahil edilirler. Nakil öğrencilerdir genelde bunlar. Mesela liste 251 sezer, 254 ahmet, 257 pınar, 258 mualla diye devam eder, misal 283 suzana kadar. İşte tam da bu noktada 347 Sinan devreye girer ve listedeki o yarı aritmetik düzeni allak bullak eder ya. işte ben onlardan biri gibi hissediyorum kendimi....
ii. şehir dışındaki okul maçları sebebiyle bir hafta filan okula gelmeyen ve okulun tüm imkanları kendilerine seferber edilen yetenekli çocuklar vardır ve de diğerleri onlara gıpta eder ya. işte o diğerlerinden biri gibi hissediyorum kendimi...
iii. ödevlerini cuma öğleden sonrası bitirip sokağa bir tatlı huzur almaya çıkan öğrenciler vardır, bir de cumartesi-pazar günü aylaklık edip ödevlerini pazar gecesine bırakan, üstelik o iki gün sokakta aklında ödevleri olan ama yine de oyunu bırakamayan öğrenciler vardır ya. işte o pazar gecesi karamsarlığını yaşayan öğrenciler gibi hissediyorum kendimi...
iv. okul önlüklerinin üstteki küçük cebinde temiz küçük bir mendil vardır, bir de alttaki büyük cepte büyük sümüklü bir mendil vardır ya. İşte o büyük sümüklü mendil gibi hissediyorum kendimi...
v. O değil de, minaytür kale futbol maçlarında üç korner bir penaltı eder ya. İşte o üçüncü korner gibi hissediyorum kendimi.
vi. roma rakamı gibi hissediyorum kendimi.
vii. Hani bir öğrenci okula yolcu edilirken ebeveynleri veya grandebeveynleri Allahtan öğrenciye zihin açıklığı vermesini diler ya. Allah'ın zihin açıklığı vermediği bir öğrenci gibi hissediyorum kendimi...
viii. sabahçı öğrenci gibi hissetmiyorum kendimi.
ix. hani müdür veya müdür yardımcısı, o da olmadı hoca, gözlüklü öğrencilere tokat atmadan önce gözlüğünü çıkarttırır ya. işte o aşağılanmaya müsait gözlüklü öğrencilerden biri gibi hissediyorum kendimi.

145 deLLy

"olsa ya" ya da "olmasa ya"

herkesin "işte hayat bu"ları aynı olsa ya
ya da
herkes aynı hayatı yaşasa ya


dost bildiğim düşman olmasa ya
ya da
hayat bayram olsa ya

ben seni sevduğumu oy dünyalara bildursem ya
ya da
oy..oy..eminem nedur bu güzellikler ya

kafamda kırk tilki dolaşmasa ya
ya da
kopenhag kraterleri de olsa ya

ilk bisikletime kavuştuğum heyecanı hep taşısam ya
ya da
o onsekiz vites bisiklet ben olsam ya

ha bu hayat ağzıma acı biber sürmese ya
ya da
biberler hep tatlı olsa ya

profiterolun adı değişse ya
ya da
hayat tulumba tadında olsa ya......


dellykde$ik...

ama senden ayrı gezen yürek değil beden oldu

Haldun Taner Sahnesi önünde buluşmak için sözleşmiştik.

Rıhtımın karşısındaki ışıklarda, minibüsten atladığım gibi karşıya geçtim.bu önemli anı yaşamaya ramak kalmıştı. fakat ben minibüsten indiğim köşedeki bankamatikler önünde uzun kuyruk oluşturmuş emekli, dul ve yetim kadar gergindim. İstanbuldaydım uzun süredir ama bir ilki yaşayacaktım. Bu meşhur buluşma yerinde ilk kez bir kız arkadaşımla buluşacaktım. daha önceleri gerek maça, içmeye vs gitmek, gerekse karşıya geçmek için arkadaşlarımla buluşmuştum tiyatro binası önünde ama hepsi erkekti ve buluşma anlarının hiç bir egzotikliği, ne bileyim hiç bir romantikliği yoktu. ha postane önünde, ha hela önünde ha burada buluşmuşuz, bunların hiç bir önemi yoktu.

İşte, oradaki- buluşma yeri vitrininde- erkek arkadaşını bekleyen en alımlı, en güzeldi o. Bense meydanda kız arkadaşına doğru ilerleyen en çaresiz, en kendini kötü hisseden, en zihninde sorulara cevap arayandım. Rıhtımı mesken edinmiş küçük esmer bir şopar arkadaş peşime takılmış, bir adet Big Babool satmaya çalışıyordu. Durum, rıhtım delikanlısı kız arkadaşı derdinde, elin şoparı üj-bej sıpani derdinde gibi görünse de, daha vahimdi .zira aynı kulvarda koştuğum diğer bir "heyecanla kız arkadaşına doğru ilerleyen" model hemcinsimin peşine takılan başka bir esmer sevimli arkadaş ona çiçek satmaya çalışıyordu. Benim peşimdeki esmer ufaklık ya bendeki "heyecanla kız arkadaşına doğru ilerleyen" rıhtım delikanlısı havasını alamadı, ya da benimle aynı amaca sahip hemcinsim buranın sürekli müşterilerindendi ki çiçekçinin hedef kitlesine girmişti.

Bari selpakçı takılsaydı peşime diye iç geçirmekten alıkoyamazken kendimi benimkisi umudunu kesmiş, rotayı başka müşterilere çevirmişti bile. Bu güzel anın, bu ilkin keyfini çıkarmam için çok da geç değildi. Tekrar heyecanlı, gözlerim parlar vaziyetime geri döndüm.Henüz beni görmediği için son bir kez üzerime başıma bakıp kalabalığın arasından sıyrıldım son elli metrede ve dibinde bittim.

Merhabalaşmanın ardından acelesi olduğunu söyledi ve elime tutuşturduğu ders notlarıyla ilgili hususları hızlı hızlı bildirip peşine takılan ve artık hiç de gözüme sevimli gözükmeyen az önceki çiçekçi şopar eşliğinde meydan kalabalığına karıştı...
almadığım Big Babool içimde patlamıştı ne yazık ve heyecanım balon olup uçmuştu. Ne yaptığımı bilmez halde yediğim onlarca midye dolma, akabinde rıhtım meydanındaki büfeden yediğim 2 sosu az bol turşulu sosisli ve içtiğim bir bardak limonatanın ardından sağlıklı düşünmeye başlamış, kimseye kızgınlık duymadan, içimde kalan ukteyi dolduran haldun taner sahnesi oyuncularına teşekkür ederek yurda giden otobüsün yolunu tutmuştum bile.

Ben bir Red Kit idim, elimdeki sınırsız akbil de düldül...

delly©2005